19. yüzyıl bitiminde son günlerini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu'nun payitahtı, kibirli İstanbul, devlet aygıtının içinde arpalık peşinde koşan paşaların iç çekişmeleriyle çalkalanıyor. Sultan bile, rüşvetçilikleriyle kamu maliyesini kurutan bu feodal beyleri birbirlerine kırdırarak ayakta kalabilir ancak. Kentte korku hüküm sürüyo, hafiyeler gördükleri en ufak hareketi ve davranışı saraya yetiştiriyorlar. Başdöndürücü cazibeleriyle çevrelerindeki erkeklerin yazgısını altüst edecek iki kadının yolu işte bu çürümüş ortamda kesişiyor. (...) Kadınların Paris'te her türlü başarıyı tatmış olanı ülkesine geri döner ve bir Müslüman din adamının cazibesine kapılır. Onun "batılılaşmış" oğluyla evlenen öteki kadın ise en sonunda bir "çapkın" tarafından en bayağı biçimde baştan çıkarılır. Bu serüvenler içinde Doğu ile Batı arasındaki karşılıklı büyülenmenin yol açtığı çokanlamlılıklar, yanılsamalar ve yanlış anlamalarla karşılaşırız. Bu arada alttan alta bir genç subay harekeri örgütlenmektedir: Kısa bir süre sonra tüm Avrupa'da duyulacak "Jön Türkler." (...)
...
Bu romanın başarısı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinin geniş bir tarihsel panoramasını çizerken, kişiliklerinin psikolojisini de en canlı biçimde aktarmayı başarmasında yatıyor.
-François Bouchardeau La Monde Diplomatique
|